DİYANET’TE YENİ DÖNÜŞÜM: KURUCU FELSEFEYE DOĞRU BİR UMUT

Giriş: Kurucu Felsefeye Dönüşün Zorunluluğu

Cumhuriyetin kuruluş felsefesi, dinin akıl, bilim ve liyakat zemininde yaşanmasını esas almış; bu anlayış, hem toplumun manevi inşasında hem de devlet kurumlarının ahlaki temelinde belirleyici olmuştur. Ancak geçen yıllar içinde bu ilke giderek zayıflatılmış, Diyanet İşleri Başkanlığı ve ilahiyat fakülteleri tarikat ve cemaatlerin nüfuz alanı hâline gelmiştir. Bugün, bu alanlarda yeniden kurucu felsefeye dönmek bir tercih değil, bir milli mecburiyettir.
Diyanet ve İlahiyat Kurumlarında Bozulmanın Derin Kökleri
Cumhuriyetin ilk yıllarında din hizmetleri, toplumun manevi dirliğini korumak amacıyla yüksek bilgi, milli bilinç ve etik sorumluluk temelinde yürütülmekteydi. Fakat son yirmi yılda Diyanet’in yapısında gözle görülür bir değişim yaşandı. Bu değişim, liyakat ilkesinin geri plana itilip yerine cemaat ve tarikat ilişkilerinin hâkim olmasına yol açtı.
Son yıllarda yapılan akademik analizler ve sahadan gelen gözlemler, bugün dönüşümün sistematik bir biçimde gerçekleştiğini göstermektedir. Özellikle Diyanet kadrolarında tarikat kökenli mensupların oranı giderek artmakta, müftülük, vaizlik ve din hizmeti kadroları bu bağlantılara göre şekillenmektedir. Bu durum sadece merkez teşkilatında değil, taşra teşkilatlarında da bariz şekilde görülmektedir.
İlahiyat fakültelerinde de durum farklı değildir. Fakültelerin çoğunda akademik kadrolar, belli cemaat yapılarının kontrolüne geçmiş durumdadır. Hatta bazı fakültelerde medrese tarzı bir eğitime dönüş eğilimi açıkça hissedilmektedir. Bu dönüşüm, ilahiyatı bilimsel bir araştırma alanı olmaktan çıkarıp dogmatik kalıplara hapseden bir zihniyetin yansımasıdır.
Bir Akademisyenin Tahlili: Gerçeğin İçinden Bir Tanıklık
Bir ilahiyat profesörü, bu yapısal çöküşü şu ifadelerle özetliyor:
“Günümüzde genel dini hizmetler veya din eğitimiyle ilgili faaliyetlerde görev alan din adamı, öğretmen, öğretim üyesi profiline baktığımızda, kurucu felsefeye uygun kişileri bulmamız çok zor. Genelde tarikat ve cemaatler bu işin merkezinde. Hangi ilahiyat fakültesine giderseniz gidin, belli grupların etkisi hissediliyor. Bu yapı değişmedikçe, gerçek anlamda bir dönüşümden söz etmek mümkün değildir.”
Bu tanıklık, yaşanan yozlaşmanın sadece bireysel değil, kurumsal bir problem olduğunu göstermektedir. Nitekim Diyanet’te görev alan birçok personelin, modern pedagojik veya teolojik bir eğitimden geçmeden görev alması, bu tabloyu daha da ağırlaştırmaktadır.
Uygulama Hatalarının Cemaat ve Gençlik Üzerindeki Etkileri: Camilerde Boşalma
Son yirmi yılda liyakatsiz kadroların ve cemaat/tarikat nüfuzunun artması, Diyanet'in uygulamalarına ve din tebliğine derin yaralar açmıştır. Bu durum, kurumun hitap ettiği kitleler, özellikle de gençler ve cami cemaatleri üzerinde ağır sonuçlar doğurmuştur:
1. Din Dilinin İtibarsızlaşması ve Gençlikten Kopuş:
Diyanet’in resmi dili ve tebliğ yöntemi, zamanla kurucu felsefenin akılcı, bilimsel ve kapsayıcı çizgisinden uzaklaşmıştır. Din hizmetleri, dogmatik, siyasi ve yer yer ayrıştırıcı bir tonla sunulmaya başlanmıştır. Gençler, rasyonel temellere ve evrensel ahlak ilkelerine dayanmayan bu "resmi din" dilini samimi bulmamış, kurumun temsil ettiği değerlerle arasına mesafe koymuştur. Sonuç olarak, yüksek eğitimli, eleştirel düşünceye sahip genç kesim, din konusundaki arayışlarını Diyanet dışında, çoğu zaman seküler veya marjinal mecralarda sürdürmek zorunda kalmıştır.
2. Camilerde "Yaşlı Cemaat" Sendromu ve Boşalma:
Liyakatten uzak atamalar, cami imamlarının ve vaizlerin hitabet ve pedagojik yeterliliklerini düşürmüştür. Cami dersleri ve hutbeler, güncel sorunlara, bilimsel gerçeklere veya gençlerin manevi sorularına cevap vermekten uzak, tekrar eden ve didaktik içeriklere dönüşmüştür. Cami, gençlerin ve entelektüel arayış içinde olanların kendilerini ait hissedebileceği bir mekan olmaktan çıkmış, yalnızca belli bir yaş ve sosyokültürel grubun (çoğunlukla emekli ve yaşlı kesimin) ritüel mekanı haline gelmiştir. Bu durum, özellikle büyük şehir merkezlerinde, Cuma namazları dışında camilerin büyük ölçüde boş kalmasına ve din hizmetlerinin toplumsal etkisinin dar bir alana sıkışmasına yol açmıştır.
3. Temsil Hatalarının Kurumsal Güveni Aşındırması:
Diyanet personelinin bazı üyelerinin karıştığı lüks tüketim, israf veya etik dışı davranış iddiaları, kurumun şeffaflık ve ahlaki sorumluluk temelinde yara almasına neden olmuştur. Bir din kurumunun, inancın mütevazı ve adil yaşam ilkesini temsil etmede düştüğü bu hatalar, sıradan vatandaşın ve bilhassa gençlerin gözünde kurumsal güveni ciddi şekilde aşındırmıştır. Dini tebliğin eylemle çelişmesi, en büyük tebliğ hatası olarak kurumsal imajı zedelemiştir.
Yeni Dönemde Umut Işığı: Şeffaflık ve Liyakat Dönemi
Diyanet İşleri Başkanlığı’na atanan yeni yönetim, toplumda umutla karşılanmıştır. Yeni dönemin, Cumhuriyet’in kurucu değerleriyle barışık, şeffaf ve bilim temelli bir yapıya evrilmesi; milletin manevi birliğini güçlendirecek önemli bir adım olacaktır. Özellikle yeni başkanın göreve gelir gelmez makam odasına Cumhuriyetin kurucu iradesini simgeleyen portreyi asması, sembolik olduğu kadar yön gösterici bir adımdır.
Bu adım, sadece bir saygı duruşu değil; aynı zamanda geleceğe yönelik bir yön tayinidir. Çünkü bu kurum, milletin inancını temsil ederken, aynı zamanda Cumhuriyet’in laik, millî ve çağdaş değerlerini de korumakla yükümlüdür.
Diyanet’in Yeniden Yapılanması İçin Gereken Adımlar
Liyakat Esası: Tüm atamalarda mezhep, tarikat veya cemaat bağlantısı değil; akademik yeterlilik, etik duruş ve bilimsel liyakat esas alınmalıdır.
Eğitim Reformu: İlahiyat fakülteleri, dinin bilimsel araştırma alanı olduğunu yeniden hatırlatacak biçimde yapılandırılmalıdır. Modern teoloji, sosyoloji ve felsefe dersleri merkeze alınmalıdır.
Kurumsal Şeffaflık: Diyanet’in mali kaynakları, personel atamaları ve yayın politikası kamuoyuna açık ve denetlenebilir olmalıdır.
Kurucu Felsefeye Sadakat: Cumhuriyet’in manevi temelleri, Diyanet’in rehber ilkesi hâline getirilmeli; hiçbir grup veya şahsiyet bu ilkenin üstüne çıkarılmamalıdır.
Sonuç: Kurucu İradeye Sadakatin Yeniden Tesisi
Bugün Diyanet’in önünde iki yol vardır: Ya cemaatlerin esiri olarak kalacak, ya da yeniden milletin vicdanı olacaktır. Bu yol ayrımında doğru tercihi yapmak, sadece bir idari görev değil; tarih karşısında bir milli sorumluluk meselesidir.
Cumhuriyetin kurucu iradesine sadakat, bu topraklarda dinin yeniden itibar kazanmasının yegâne yoludur. Zira o irade, dini siyasetten, inancı istismardan, bilimi hurafeden ayıran bir bilinçtir. Bu bilinç yeniden canlanmadıkça, hiçbir reform kalıcı olmayacaktır.
Kaynakça:
 * Diyanet İşleri Başkanlığı Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanun (633 Sayılı Kanun)
 * YÖK Başkanlığı, 2022-2024 Dini Yükseköğretim Raporu
 * Recep Yavuz, Cumhuriyet Felsefesinde Din ve Ahlakın Toplumsal İnşası, (2023)
 * Anonim Akademik Görüş, İlahiyat Fakültelerinde Cemaatleşme Eğilimleri Üzerine (2025)
 * T.C. Resmî Gazete, 3 Sayılı Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi (Madde 2, 3, 7)