Jeopolitik ve enerji stratejileri ekseninde PKK'nın silah bırakma kararı almasının nedenleri
Jeopolitik ve enerji stratejileri ekseninde PKK'nın silah bırakma kararı almasının nedenleri
Ömür Çelikdönmez'in yazısı...
Ömür Çelikdönmez'in yazısı...
Değişen jeopolitik koşullar, birçok üst düzey Türk yetkilisinin, İç ve dış güvenlik tehdidini oluşturan PKK çatışmasını giderek uzamasının yol açtığı siyasi, kültürel, ekonomik ve askeri nedenlerden dolayı daha fazla yük görmesine neden oldu.
Ankara'ya göre reel politik açıdan bu çatışma; ülkenin kaynakları için bir yük, Washington ve Avrupa ile olan ilişkilerde bir gerginlik kaynağı ve İran, Rusya ve İsrail gibi bölgesel rakiplerin Türkiye'nin hedeflerini engellemek için kullanabileceği bir zaaf oluşturuyor.
Türkiye Basra Körfezine ulaşmak istiyor
Ankara’nın güneydeki vizyonu artık gizli saklı değil. Türkiye, Suriye ve Irak’ta artan nüfuzu aracılığıyla, Basra Körfezi’ne kadar uzanacak bir koridor inşa etmeye çalışıyor. Ancak bu yol, güllük gülistanlık değil. Bölgedeki çatışmalar, yalnızca güvenlikle birlikte aynı zamanda jeopolitik ve ekonomik hamleleri de sekteye uğratıyor.
Türkiye, bölgeye barış ve istikrarın hâkim olması hâlinde, Bağdat ile ilişkilerini daha sağlam bir zemine oturtarak, Güney Irak’ta inşası süren Grand Faw Limanı’nı karayolu, demiryolu ve nihayetinde bir petrol boru hattı vasıtasıyla Anadolu’ya bağlamayı hedefliyor.
Grand Faw Limanı, Irak’ın en güney ucu olan Faw Yarımadası'nda, Arap Körfezi'nin (Basra Körfezi) kuzeyinde yer alıyor. Bir başka deyişle, Irak’ın denizle kucaklaştığı son nokta. Bu liman, sıradan bir altyapı projesi değil; aksine, bölgenin çehresini değiştirmesi beklenen devasa bir stratejik yatırım. Proje tamamlandığında, Ortadoğu’nun en büyük limanlarından biri olacak ve Al-Faw ilçesini uluslararası bir ticaret ve lojistik merkezine dönüştürecek.
Irak açısından bu liman, yalnızca ekonomik değil, stratejik de bir dönüm noktası. Çünkü bu, ülkenin ilk gerçek açık deniz limanı olacak. Diğer limanlar, tatlı su kanalları ve nehir ağına bağımlıyken, Grand Faw doğrudan derin sulara (19.8 metreye kadar) açılacak ve dev yük gemilerini ağırlayabilecek kapasiteye kavuşacak. Bu yönüyle, Irak’a yalnızca ekonomik kalkınma değil, enerji ve lojistik üstünlük de kazandıracak. Faw Limanı çevresinin sanayi ve ihracat bölgesine dönüştürülmesiyle, Irak genç iş gücü için de bir cazibe merkezi haline gelecek.
Türkiye’nin bölgedeki asıl niyeti ise enerji güvenliği üzerinden jeopolitik ağırlığını artırmak. Burada önemli bir başka parametre devreye giriyor: PKK’nın silah bırakma süreci. Bu karar, yüzeyde iç politik dinamiklerle açıklansa da, esas itibarıyla çok daha derin ve çok katmanlı. Terör örgütünün silah bırakması, sadece Türkiye’de huzur ikliminin tesis edilmesine hizmet etmiyor; aynı zamanda Türkiye’nin güneyden, enerji yollarının kilit halkası hâline gelmesine de zemin hazırlıyor.
Zira enerji, çağımızın yeni diplomasi dili. Türkiye, Batı’ya enerji taşımada bir kavşak ülke olma iddiasını korumakla kalmıyor, bunu Güney Irak’tan Basra Körfezi’ne kadar uzanacak yeni bir stratejik eksenle güçlendirmek istiyor. “Su uyur, düşman uyumaz” misali; bu projeye karşı çıkacak çok aktör var. Ancak Ankara, dümeni kırmadan yol almakta kararlı. Ve bu sefer, eldeki kartlar çok dikkatli oynanıyor.
Enerji Güvenliği ve Jeopolitik Denge:
Ortadoğu, küresel enerji mimarisinde sadece bir kaynak havzası değil, aynı zamanda enerji güvenliği krizlerinin merkezidir. Bu tabloda Türkiye; doğu ile batı arasında, kuzey ile güney arasında konumlanmış stratejik bir transit ülke olarak öne çıkmaktadır. Özellikle Hazar, Orta Asya ve Ortadoğu’dan çıkan petrol ve doğal gazın Avrupa’ya ulaştırılmasında Türkiye, jeopolitik açıdan kritik bir eşiktir.
Bu bağlamda, Trans Anadolu Doğal Gaz Boru Hattı (TANAP) gibi projeler yalnızca ekonomik yatırım değil; güvenlik, diplomasi ve bölgesel denge açısından da stratejik altyapı hamleleridir. Ancak enerji taşımacılığı, sadece teknik bir mesele değildir. Güzergâh üzerindeki güvenlik riskleri, enerji hatlarını jeopolitik kırılganlıkların doğrudan hedefi haline getirir. Nitekim PKK’nın yıllar içinde gerçekleştirdiği sabotaj eylemleri, bu kırılganlığın pratikteki tezahürüdür.
Günümüzde dillendirilen “PKK silah bırakıyor” söylemi, salt bir iç güvenlik gelişmesi olarak okunmamalıdır. Aksine bu adım, Türkiye’nin enerji güzergâhlarının güvenliğini uluslararası yatırımcılar nezdinde teminat altına alma stratejisinin bir parçası olarak değerlendirilebilir. Enerji yatırımı, istikrar ortamı olmadan sürdürülebilir değildir. Bu nedenle Türkiye'nin doğu ve güneydoğusunda sağlanacak kalıcı güvenlik, sadece terörle mücadelede değil, enerji diplomasisinde de çarpan etkisi yaratacaktır.
PKK’nın silah bırakma yönündeki adımı, iç siyaset zemininde bir yumuşama arayışını çağrıştırsa da esas itibarıyla bölgesel enerji güvenliğine dair daha büyük bir resmin parçası gibi görünüyor. Enerji koridorlarının korunması, yalnızca fiziki güvenlik tedbirleriyle değil; bölgesel aktörlerin denkleme dâhil edildiği daha büyük stratejik uzlaşmalarla mümkündür. Bu noktada Ankara’nın attığı adımlar, sadece içeride değil, aynı zamanda Bakü’den Viyana’ya uzanan enerji denkleminde de dikkatle takip edilmektedir.
İçsel ve Dışsal Dinamikler: PKK’nın Silah Bırakma Sürecine Giden Yol
PKK'nın silah bırakma kararı, öyle durduk yere, gökten zembille inmemiştir. PKK'nın silah bırakma kararı, bir gece rüyası değildir; uzun süredir örülen bir gerçeğin dışa vurumudur. Bu kararın ardında hem iç hem dış dinamiklerin örümcek ağı gibi örüldüğü karmaşık bir süreç yatmaktadır.
Her şeyden önce Türk Silahlı Kuvvetleri'nin ve güvenlik bürokrasisinin kırsalda ve sınır hattında yürüttüğü nokta atışı operasyonlar, örgütün hareket kabiliyetini adeta felce uğratmıştır. Kısacası, dağ taş örgüte dar geldiği gibi sığınacak mağara falan da kalmamıştı.
Bölge halkı, artık terörün maliyetini omuzlamak istememekte; toplumsal hafızasında derin yaralar açan şiddet sarmalına mesafeli durmaktadır. Kürt seçmen nezdinde, silahlı mücadelenin meşruiyeti ciddi ölçüde aşınmış, toplumsal beklentiler siyasal çözüm eksenine kaymıştır. “Bu filmi çok izledik” şeklindeki halk dili, aslında yıllar süren çatışmaların yarattığı bıkkınlığın ve çözüm arayışının veciz bir ifadesi değil de nedir?
Özellikle 2000’li yılların başında Adalet ve Kalkınma Partisi'nin iktidara gelişiyle birlikte, devletin terör sorununa yönelik daha müzakereci ve reform odaklı bir strateji benimsemesi, PKK açısından siyasî çözüm eksenli sürece dâhil olmayı adeta zorunlu hâle getirmiştir.
Ne var ki her baharın bir sonu, her çözüm arayışının da sınandığı kritik eşikler vardır. 2013’te umut vadeden çözüm süreci, PKK’nın sahadaki provokatif hamleleri, şehirlerde hendek kazıp halkı çatışmaların ortasında bırakması ve kamu düzenini hedef alan eylemleriyle 2015 yılında akamete uğramıştır. Silahları bırakmak yerine yeniden şiddeti tercih eden örgüt, süreci sabote eden asıl aktör olmuştu.
O tarihten itibaren yalnızca Türkiye değil, bölgeyi kuşatan jeopolitik dengeler de köklü bir dönüşüm geçirmiş; uluslararası aktörlerin pozisyonları kayda değer biçimde farklılaşmıştır.
Batı'nın IŞİD tehdidini gerekçe göstererek YPG’yi sahada etkin bir araç olarak desteklemesi, PKK'nın Suriye’deki uzantılarını güçlendirmiş, buna karşın Türkiye içindeki konvansiyonel yapısını zayıflatmıştır. Böylece örgüt, dışarıda büyürken içeride küçülmüştür.
ABD ve Avrupa’nın YPG üzerinden yürüttüğü vekâlet savaşı, zamanla bölgesel dengelerin değişmesiyle çelişkilerle dolu bir hale gelmiş, Batı'nın desteği de artık pamuk ipliğine bağlı kalmıştır. PKK'nın uluslararası arenadaki yalnızlaşması, içeride ise taban kaybı yaşaması, silahlı mücadelenin sürdürülebilirliğini sorgulatır hale getirmiştir.
Kürt halkının önemli bir kesimi artık “akan kan dursun” diyerek yalnızca güvenlik kaygılarını değil, aynı zamanda sosyoekonomik geleceğini ve toplumsal huzur beklentisini de dile getirmektedir. Zira uzun yıllardır süregelen çatışma ortamı, bölgedeki ekonomik kalkınmayı sekteye uğratmış, özel sektör yatırımlarını caydırmış ve genç nüfusun istihdam olanaklarını daraltmıştır. Eğitim, kültür ve sosyal yaşam alanları sürekli güvenlik baskısı altında şekillenmiş, bireysel potansiyeller bastırılmıştır.
Şiddet sarmalı, yalnızca güvenlik güçlerini değil, doğrudan sivil hayatı da hedef almış; köylerin boşalmasına, kentlerin demografik yapısının bozulmasına ve iç göçün hız kazanmasına neden olmuştur. Tüm bu tahribat, hem bölge halkında hem de örgütün kendi kadrolarında “silahlı direnişin artık sürdürülemez olduğu” yönünde bir kanaatin oluşmasına zemin hazırlamıştır.
Bu süreçte göz ardı edilmemesi gereken bir diğer gerçek ise, Türk devlet aklının tarihsel süreklilik gösteren “birlik içinde farklılıkları yaşatma” ilkesidir. Kadim devlet geleneği, Anadolu coğrafyasındaki çok kültürlü yapıyı koruyarak, toplumsal uzlaşıyı merkeze alan politikalar üretmeyi esas almıştır. Dün Selçuklu’da, Osmanlı’da nasıl ki farklı etnisitelerle ortak bir yaşam tesis edildiyse, bugün de Cumhuriyet, çatışmayı değil, ortak vatandaşlık bağını esas alarak bu sorunun çözümüne kapı aralamaktadır. Neticede, artık dağın diliyle değil, siyasetin diliyle konuşmanın vakti geldiği yönündeki sesler, hem içeriden hem dışarıdan daha güçlü şekilde duyulmaktadır.
Uluslararası Perspektif ve Stratejik Adımlar
PKK'nın silah bırakma kararı, aynı zamanda bölgedeki diğer aktörlerin ve uluslararası toplumun yaklaşımlarını şekillendiren bir faktördür. ABD, uzun süredir Türk-Kürt diyaloğunun ve PKK çatışmasının sona erdirilmesini teşvik etmektedir.
Washington, PYD/YPG'yi, Türkiye’nin güvenlik endişelerini gözeterek çözüm sürecine dahil etmeye çalışmaktadır. Bu bağlamda, PKK’nın silah bırakması, Türkiye ile ABD arasında enerji ve güvenlik politikalarına dayalı iş birliğini güçlendirebilir. ABD'nin çıkarları doğrultusunda, PKK'nın Suriye'deki varlığının sona erdirilmesi, Türkiye ile iş birliği fırsatlarını arttıracak ve Suriye'nin yeniden inşasında Türkiye'nin rolünü pekiştirecektir.
Yeni Enerji Koridorları ve Türkiye'nin Stratejik Konumu
Türkiye’nin bölgedeki askeri ve diplomatik varlığı, yeni enerji projelerinin güvenliği için kritik önem taşımaktadır. Bu bağlamda, Hindistan'ı Körfez ülkeleri ve Avrupa'ya bağlayacak Hindistan-Orta Doğu-Avrupa Ekonomik Koridoru (IMEC) gibi projeler, Türkiye'nin dışlanmasını gözler önüne sermektedir.
Bu projeler, Asya, Orta Doğu ve Avrupa arasındaki ticaret bağlantılarını güçlendirerek ekonomik kalkınmayı teşvik etmeyi amaçlasa da, Türkiye'nin coğrafi ve jeopolitik konumu göz önüne alındığında, Türkiye'nin bu projelerdeki yerinin güçlendirilmesi gerektiği aşikârdır. Türkiye'nin, Irak üzerinden enerji ve ticaret hatlarını güçlendirme çabaları, bu stratejik yönün önemini ortaya koymaktadır.
Cihanşümul Kadim Türk Devleti’nin jeopolitik hamlesi ve gelecekteki adımlar
PKK’nın silah bırakma kararı, yüzeyde bir terör örgütünün silahlı mücadeleden vazgeçmesi gibi görünse de, derin jeopolitik fay hatlarının yeniden dizayn edildiği bir dönemin habercisidir. Bu karar, sadece iç siyasi dinamiklerin değil, aynı zamanda bölgedeki enerji arterlerinin güvenliği ve Asya ile Avrupa arasında köprü vazifesi gören Cihanşümul Kadim Türk Devleti’nin uzun vadeli stratejik vizyonunun bir tezahürüdür.
Enerji güvenliği artık yalnızca ekonomik bir mesele değil, devlet aklının kodlarına işlenmiş beka meselesidir. Türkiye'nin Güney Gaz Koridoru, TANAP, Bakü-Tiflis-Ceyhan gibi projeler üzerinden bölgeye hâkimiyeti; bu coğrafyada sadece enerji taşımıyor, aynı zamanda irade taşıyor. Bu irade, bin yıllık devlet hafızasının sahaya yansımasıdır. Türkiye, enerji hatlarının düğüm noktasında durmakla kalmıyor; aynı zamanda bölgedeki askeri varlığıyla bu hatların güvenliğini de teminat altına alıyor.
Ancak burada asıl soru şudur: Bu süreç kalıcı olacak mı? Zira silah bırakmak bir sonuç değil, sürecin başlangıcıdır. PKK’nın kararı tek başına yeterli değildir. Sürecin rotasını, Cihanşümul Kadim Türk Devleti’nin kararlılığı ve çevresindeki aktörlerin bu kararlılığa ne kadar uyum sağlayacağı belirleyecektir.
Atılacak her diplomatik, askeri ve ekonomik adım; sadece Türkiye'nin değil, Türk dünyasının da jeopolitik akıbetini şekillendirecektir. Zira bu coğrafyada kaderler ortak, tehditler müşterek, çözümler ise ancak bin yıllık devlet aklıyla mümkündür.
Ömür Çelikdönmez /ENP
Gerekçeli Kaynakça
https://www.geopoliticalmonitor.com/turkish-kurdish-conflict-at-a-turning-point-whats-next/
https://iari.site/2025/03/27/between-repression-and-reconciliation-turkiyes-kurdish-dilemma/
https://www.nytimes.com/2025/02/28/world/middleeast/turkey-pkk-peace-deal-ocalan-erdogan.html
https://carnegieendowment.org/emissary/2025/03/turkey-pkk-disarm-disband-impact-explainer?lang=en
https://baib.gov.tr/files/downloads/PageFiles/c45ce926-d5aa-ec11-a90d-000c29511bae/Files/ek-1.pdf
https://www.euronews.com/2025/02/28/what-does-ocalans-call-for-the-pkk-to-lay-down-arms-mean-for-turkey
https://www.crisisgroup.org/europe-central-asia/western-europemediterranean/turkiye/promising-route-peace-turkiyes-pkk-conflict
https://www.atlanticcouncil.org/blogs/turkeysource/the-impact-of-the-pkk-leaders-call-to-disarm-will-depend-on-how-regional-power-balances-unfold/
Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.