deneme bonusu grandpashabet güncel adres betpark süperbetin giriş betebet bets10 Matadorbet vdcasino tipobet giriş onwin giriş deneme bonusu veren siteler 2023 giriş onwin grandpashabet grandpashabet

İran da rejim İsrail de iktidar değişir mi?

Genel 17.06.2025 - 11:30, Güncelleme: 17.06.2025 - 11:30
 

İran da rejim İsrail de iktidar değişir mi?

Ömür Çelikdönmez'in yazısı...

 Belki bu soru bazıları için “koyun can derdinde, kasap mal derdinde” atasözünü çağrıştırabilir. Lakin bu savaşa yol açan, halklar değil; her iki ülkenin yönetici elitleri değil mi? Siyonist lider Netanyahu’nun İsrail’i getirdiği nokta, adeta ataları İbrahim’in (Avraham Avinu) ilahi emirle oğlunu kurban etmeye hazırlandığı Akeda (Bağlanış) kıssasını hatırlatıyor. Ancak bu defa bıçağın altındaki kişi, gökten gelen koç değil; halkın bizzat kendisi. İbrahim’in teslimiyetini simgeleyen bu kıssa, Yahudi geleneğinde kurban ibadetinin temelini oluşturur. Zamanla bu ibadet, Tanrı’ya adanmışlık anlamında “olah” denilen kurban yakma ritüeline dönüşmüştür. Bu ritüelde hayvan tamamen yakılarak Tanrı’ya sunulur; arınmanın ve sadakatin sembolüdür. Ancak bugün Netanyahu yönetimi altında bu dini semboller anlamından koparılmış durumda. Kurban artık Tanrı’ya adanmak için değil, siyasi hesaplar uğruna halkın feda edildiği bir araca dönüşmüş görünüyor. İsrail halkı adeta bir “olah” kurbanı gibi ateşe sürülüyor; yakılan şey sadece bedenler değil, umutlar, yaşamlar ve gelecektir.  Savaşın Ekolojisi İran ile İsrail arasında alevlenen askeri gerilim, sadece iki düşman ülkenin çatışması formatında okunamaz. Çünkü bu kriz; ABD-Çin küresel rekabetinin Ortadoğu’ya yansıyan yeni cephesi, aynı zamanda Avrupa-Atlantik blokunun iç tutarlılığını test eden bir stres senaryosudur. Bölgesel çapta ise hem İsrail’in iç siyaseti hem de İran’daki rejimin sürekliliği açısından derin kırılmaların öncüsüdür. Türkiye açısından bu gerilim hem sınır güvenliği hem de enerji ve ticaret yollarının istikrarı açısından ciddi bir risk oluşturmaktadır. Ankara, din/mezhep eksenli çatışmaların ve vekâlet savaşlarının daha da derinleşmesinden endişe duymakta; olası bir yayılma halinde hem diplomatik hem askeri denge politikasını sürdürmenin zorlaşacağının farkındadır. Bu nedenle Türkiye, krizin büyümeden diplomasi kanallarının işlemselleştirmesini önceleyen bir perspektifle hareket etmeye çalışmaktadır. Hamasete gerek yok, doğrusu da budur   Netanyahu hükümeti batı için stratejik yük mü? İsrail Başbakanı Netanyahu, 7 Ekim sonrası güvenlik zafiyetini siyasi avantajlara çevirmek isterken, Batı ittifakındaki dengeleri zorladı. ABD, geleneksel olarak İsrail’in en güçlü destekçisi konumunda olsa da Biden yönetimi döneminde Tel Aviv-Washington hattında esen soğuk rüzgârlar, yerini Trump’ın yeniden başkan olmasıyla daha yakın ve ideolojik bir ittifaka bırakmış gibi. Trump, Netanyahu’ ya açık destek verirken, İsrail’in sertlik yanlısı politikalarına yönelik Batı’da yükselen eleştirileri ise büyük ölçüde görmezden geliyor. Avrupa Birliği ve özellikle İngiltere açısından Ortadoğu krizi çok yönlü bir görünüm sergiliyor. İngiltere ile Netanyahu hükümeti arasında son dönemde diplomatik gerilimler yaşandı. Londra’nın İsrail’e yönelik savunma ve istihbarat temelli stratejik desteği sürüyor. İngiltere, İsrail’in İran’a yönelik saldırılarına doğrudan katılmasa da bölgedeki askeri varlığını artırarak dolaylı destek vermeyi sürdürüyor.  Öte yandan Avrupa Birliği içinde ciddi bir görüş ayrılığı söz konusu. Almanya, tarihi sorumluluk refleksiyle İsrail’e güçlü destek verirken; İspanya, İrlanda ve Belçika gibi ülkeler, Filistin yanlısı bir çizgide ısrar ediyor. Bu durum, AB’nin ortak bir Ortadoğu politikası geliştirmekteki kırılganlığını ortaya koyuyor. İngiltere’nin İran’a yaklaşımı daha temkinli ve çok boyutlu. Tahran ile güven temelli bir ilişki görünürde yok. Londra, doğrudan çatışmadan kaçınarak diplomatik kanalları açık tutmaya özen gösteriyor. İran’ın İsrail’e yönelik vekâlet savaşı stratejisi ve nükleer programı, İngiltere’nin güvenlik önceliklerini öne çıkarıyor. Lakin Çin faktörü bu dengeyi karmaşıklaştırıyor. Zira hem İngiltere ile Çin arasında güçlü ekonomik ilişkiler mevcut hem de İran, Pekin’in en önemli enerji tedarikçilerinden biri. Bu jeopolitik gerçeklik, Londra’yı Tahran’a karşı denge gözeten, çatışmadan kaçınan ama güvenlik temelli önlemlerini artıran bir pozisyona itiyor. Avrupa Birliği ise İran konusunda da net değil. Almanya diyalogu önceleyen bir tutum içindeyken, bazı üyeler yaptırımları eleştiriyor. Bu tablo, AB’nin İran’a karşı da yekpare bir duruş sergilemekten uzak olduğunu gösteriyor.   İran Üzerinden Çin-ABD kapışması İran, Çin’in Kuşak-Yol Girişimi için jeopolitik bir köprü ülkedir. Bu nedenle Pekin, Tahran rejiminin ani çöküşünü değil; istikrarlı bir şekilde Batı'ya direnmesini tercih eder. İsrail’in İran’a doğrudan askeri müdahalesi ve ABD’nin bu duruma zımni onayı, Çin’in bölgesel çıkarlarını tehdit ediyor. İran’daki rejimin zayıflaması, Çin açısından hem enerji arzında kırılganlık hem de bölgesel nüfuz kaybı anlamına geliyor. Bu nedenle, Çin’in İran’a doğrudan askeri yardımda bulunmasa da ekonomik destek ve diplomatik koruma sağlayarak rejimin ayakta kalmasına yardımcı olması bekleniyor. Buna karşılık ABD, İran’ı sadece nükleer dosya üzerinden değil, Çin’in Ortadoğu’daki ileri karakolu olarak görüyor. Bu açıdan, İran rejimini yıpratma stratejisi, Washington’un küresel Çin karşıtı çevreleme politikasının doğal bir parçası haline gelmiş durumda. Netanyahu’nun sorunu Batı’da dengeyi kaybetmek İsrail iç siyasetinde yaşanan kırılmalar, Batı’nın gözünde Netanyahu’nun stratejik değerini azaltıyor. Aşırı sağcı ortaklarının etkisiyle yürüttüğü agresif politikalar, İsrail’in demokratik imajına zarar veriyor. ABD’de Demokratlar, AB içinde ise özellikle kuzey ülkeleri Netanyahu’yu “ilişki yürütülemez lider” olarak görmeye başladı. Bu nedenle, savaş uzar ve Netanyahu içeride güç kaybederse, Batı ekseninde İsrail ile ilişkilerin Gantz, Lapid gibi daha uzlaşmacı figürlerle sürdürülmesi arzusu ağır basabilir. Netanyahu artık bir güvenlik müttefiki değil, Batı'nın denge aradığı bir risk faktörüne dönüşmüş durumda.   İran’da rejim çöker mi, dönüşür mü? Savaşın bir diğer merkezi de İran. ABD-İsrail ekseni açısından rejimin tamamen yıkılması bir “maksimum hedef” olsa da, Çin-Rusya desteğiyle ayakta kalması olası. Ancak rejimin ayakta kalması, değişmeyeceği anlamına gelmiyor. Savaş yorgunluğu, ekonomik çöküş, genç nüfusun talepleri ve etnik gerilimler; İran’da rejimi reforma ya da iç dönüşüme zorlayabilir. Bu anlamda, İran’da kısa vadede rejim değişikliği değil, rejim içi dönüşüm senaryosu daha gerçekçidir. Çin’in desteklediği teknokratik unsurların yükselmesi, askeri elitlerin sistemde daha merkezi hale gelmesi ya da Velayet-i Fakih sisteminin törpülenmesi gündeme gelebilir. İran-İsrail savaşı yalnızca bir bölgesel güç çatışması görülemez. Hiç şüphesiz bu çatışma yeni soğuk savaşın cephelerinden biri.  Nasıl mı? Bir yanda Çin’in dolaylı şekilde desteklediği İran, diğer yanda ABD'nin hem desteklediği hem de dizginlemeye çalıştığı İsrail. Netanyahu'nun kaderi, yalnız İsrail halkının değil, Batı'nın sabrının da testidir. Aynı şekilde, İran rejimi yalnız içeriden değil, küresel sistemin yeni eksenlerinden de kuşatılmaktadır. İsrail ile İran arasındaki doğrudan çatışmalar artık sadece bölgesel güvenlik meselesi mi? Tabi ki değil. Aynı zamanda İsrail ve İran iç siyasetinde köklü değişimlerin habercisi. Uzun yıllar “güvenliğin garantörü” imajıyla siyaset sahnesinde varlığını sürdüren Başbakan Binyamin Netanyahu, bugün kendi iktidarının en derin krizini yaşıyor. Savaş, çoğu lider için halkı konsolide etmenin aracı olabilir. Ancak Netanyahu için bu denklem tersine çalışıyor. Zira içinde bulunduğumuz konjonktürde, askerî çatışma ile siyasal çöküş senkronize ilerliyor.    İsrail parlamentosu Knesset’te iktidar dengesinin ucu sivri Netanyahu’nun koalisyonu, Knesset’te 64 sandalye ile göreli bir çoğunluğa sahip. Ancak bu denge; aşırı sağcı, ultra-Ortodoks ve ideolojik olarak marjinal grupların hassas desteğiyle ayakta duruyor. Koalisyon ortakları arasında ideolojik çatışmalar kadar, kişisel iktidar hesapları da mevcut. Özellikle Dini Siyonizm ve Otzma Yehudit gibi partilerin, Filistin ve İran politikalarında "maksimalist" talepleri, İsrail'in Batı'daki meşruiyetini sorgulatır hale getirmiş durumda. Benny Gantz’ın Ulusal Birlik Partisi ile kabineden ayrılması, sadece sembolik değil, stratejik bir kırılma yarattı. Zira bu istifa, koalisyonun artık milli mutabakat değil, aşırı sağa angaje olmuş bir "Netanyahu hükümeti" haline geldiği mesajını verdi. Toplum savaşın değil barışın peşinde 7 Ekim travması, İsrail toplumunun kolektif hafızasında derin bir yarık açtı. Bu yara, sadece Hamas saldırısıyla değil, devletin istihbarat ve güvenlik mekanizmalarının başarısızlığıyla daha da büyüdü. İsrailli vatandaşlar, yıllarca "biz güvendeyiz" illüzyonu içinde yaşadı. Bugün ise ülkenin en savunmasız döneminde olduğunu düşünüyor. Rehinelerin hâlâ Gazze’de tutuluyor olması, Netanyahu’ ya yöneltilen en güçlü toplumsal eleştirilerden biri. Rehine yakınları artık sadece birer mağdur değil; meydanlarda hükümeti sorgulayan yeni bir muhalefet gücü. Onların sesi, ideolojik değil; ahlaki bir direnişe dönüşmüş durumda. Netanyahu'nun bu savaşta ülkeyi temsil kabiliyeti zayıflarken, halk yeni bir liderlik arayışına giriyor. Yair Lapid ve Benny Gantz, Batı'yla uyumlu, iç uzlaşmayı önceleyen bir dil kurarken; Netanyahu, söylemde yalnızlaşıyor, yönetimde kuşatılıyor. Beter olsun.   ABD'nin sabır eşiği Washington’un İsrail’e verdiği geleneksel destek sürüyor gibi görünse de, perde arkasında Trump yönetiminin Netanyahu’nun politikalarına olan sabrı tükenmiş durumda. Özellikle İran’la doğrudan savaş, ABD'nin Orta Doğu’daki çıkarlarını riske atıyor. Bu bağlamda Amerikan yönetimi, Netanyahu sonrası bir geçiş dönemine zemin hazırlıyor. ABD'nin "diplomasi + caydırıcılık" formülü, Netanyahu'nun askeri yayılmacı refleksiyle uyuşmuyor. Bu stratejik uyumsuzluk hem siyasi izolasyonu hem de ekonomik kırılganlığı beraberinde getiriyor.   Savaş İran’da rejimi değiştirir mi? Netanyahu'nun siyasi geleceği sorgulanırken, karşı cephedeki İran İslam Cumhuriyeti de ciddi bir iç sınavdan geçiyor. Savaş, Tahran rejimi için bir dış tehdit değil yalnızca; aynı zamanda iç sistemin kırılganlığını da açığa çıkaran bir katalizör. İran’da halihazırda sosyoekonomik kriz, genç kuşaklarda rejim karşıtlığını artırmış durumda. Mahsa Amini protestolarıyla başlayan dalga bastırılmış olsa da bastırılmamış olan şey: rejimin meşruiyet krizi. Şimdi bu krize, savaşla gelen ekonomik abluka, toplumsal yoksullaşma ve etnik fay hatlarının tetiklenmesi ekleniyor. Kürt bölgelerinde PJAK ve diğer silahlı yapılar hareketleniyor. Beluçlar, Araplar ve Güney Azerbaycan Türkleri gibi çevre unsurların rejime olan mesafesi artıyor. İran'ın, savaş yorgunluğu ve ekonomik tükenmişlikle zayıflaması, rejim içindeki farklı klikler arasında bir iktidar mücadelesine yol açabilir. Ancak doğrudan bir devrim ya da rejim değişikliği kısa vadede mümkün görünmese de Velayet-i Fakih sisteminin sorgulandığı, güvenlik elitlerinin yerini teknokratik ve Batı ile daha uyumlu figürlerin aldığı bir geçiş dönemi muhtemel senaryolar arasında yer alıyor. İsrail, İran’ı askeri olarak değilse bile, rejim içi çatlağı derinleştirerek zayıflatma hedefindedir. Bu stratejinin sonucu, belki rejim değişimi değil ama rejim içinde dönüşüm olabilir.    Savaş   iktidar elitlerinin koltuğunu sarsıyor Netanyahu, siyasi kariyerinin birçok döneminde güvenlik krizlerini lehine çevirmeyi başardı. Ancak bugün tablo farklı. İran'la savaşa sürüklenen İsrail, içeride çözülmüş bir koalisyon, yorgun bir toplum ve uluslararası düzeyde yalnızlaşan bir yönetim görüntüsü veriyor. Bu saatten sonra savaş uzarsa, kayıplar artarsa ve güvenlik yeniden tesis edilemezse, Netanyahu’nun iktidarı, demir kubbenin gölgesinde sarsılmakla kalmayacak; çökecektir. Öte yandan, İran’da da savaş sonrası dönemin dinamikleri, rejimi ya reforma ya da bölgesel bir yalnızlığa zorlayacaktır. Çünkü bu kez sadece cepheler değil, rejimler de sınanıyor. Devletler kadar sistemler de, kurallar kadar kurumsal yapılar da bu yangının ortasında sorgulanıyor. Bu kirli savaş yalnızca bedenleri değil, insanlığın ortak ahlâkını, hukuk inancını yerle bir ediyor. Savaşın hedefinde sadece insanlar değil; insanlık değerleri, evrensel hukuk ve ortak vicdan da var. Bu savaş binaları yıkmakla kalmıyor, insanlığın ahlâkını, hukuka olan inancını ve vicdani sınırlarını da bombalıyor. Ölen sadece insanlar değil; susan dünyanın vicdanı, çöken uluslararası düzenin ahlâkıdır. Bu noktada Birleşmiş Milletler ’in içine düştüğü derin sessizlik, tarihe utanç vesikası olarak geçiyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın yıllardır dile getirdiği “Dünya beşten büyüktür” sözü, artık bir temenni değil, küresel vicdanın ortak haykırışı haline geldi. Bu ses Cihanşümul Kadim Türk Devletinin manifestosudur. İsrail’in uluslararası hukuku ayaklar altına alan saldırgan politikalarına karşı, Birleşmiş Milletler ‘in suskunluğu sadece bir zaaf değil, aynı zamanda bir ortaklıktır. Dünyanın gözleri önünde çocuklar öldürülüyor, şehirler yerle bir ediliyor, siviller canlı yayında hedef alınıyor. Ama ne bir yaptırım var ne de caydırıcı bir ses.  Bu mudur “uluslararası toplum”? Artık bir şeyler yapılmalı. Sadece kınamalarla, çağrılarla geçiştirilemez bu zulüm. Sessiz kalmak suça ortak olmaktır. Eğer Birleşmiş Milletler hâlâ bir meşruiyet taşıyorsa, bunu şimdi göstermelidir. Aksi halde sadece Gazze ve kirli savaşların sürdüğü ülkeler değil, uluslararası sistemin inandırıcılığı da enkaz altında kalacaktır. Ömür Çelikdönmez / ENP Gerekçeli Kaynakça https://islamansiklopedisi.org.tr/kurban https://www.reuters.com/world/middle-east/israeli-strikes-back-irans-leadership-into-corner-2025-06-13/ https://www.ft.com/content/f7f43ca2-f3f2-4159-bf64-b49f64eb8199? https://www.washingtonpost.com/opinions/2025/06/16/israel-iran-netanyahu-israel-iran-war-iran-nuclear-deal/ https://www.thetimes.com/uk/defence/article/unreliable-uk-not-told-in-advance-about-israels-attack-on-iran-c7rxxc7kl? https://nypost.com/2025/06/15/us-news/benjamin-netanyahu-promises-great-future-if-we-take-out-iran-after-israel-strikes/ https://apnews.com/article/netanyahu-politics-israel-opposition-iran-bf49d8cd7d77292fbfc6759ee2fbb0d9 https://www.theguardian.com/commentisfree/2025/jun/16/gaza-israel-destroyed-reputation-attacking-iran-benjamin-netanyahu?
Ömür Çelikdönmez'in yazısı...

 Belki bu soru bazıları için “koyun can derdinde, kasap mal derdinde” atasözünü çağrıştırabilir. Lakin bu savaşa yol açan, halklar değil; her iki ülkenin yönetici elitleri değil mi? Siyonist lider Netanyahu’nun İsrail’i getirdiği nokta, adeta ataları İbrahim’in (Avraham Avinu) ilahi emirle oğlunu kurban etmeye hazırlandığı Akeda (Bağlanış) kıssasını hatırlatıyor. Ancak bu defa bıçağın altındaki kişi, gökten gelen koç değil; halkın bizzat kendisi.

İbrahim’in teslimiyetini simgeleyen bu kıssa, Yahudi geleneğinde kurban ibadetinin temelini oluşturur. Zamanla bu ibadet, Tanrı’ya adanmışlık anlamında “olah” denilen kurban yakma ritüeline dönüşmüştür. Bu ritüelde hayvan tamamen yakılarak Tanrı’ya sunulur; arınmanın ve sadakatin sembolüdür.

Ancak bugün Netanyahu yönetimi altında bu dini semboller anlamından koparılmış durumda. Kurban artık Tanrı’ya adanmak için değil, siyasi hesaplar uğruna halkın feda edildiği bir araca dönüşmüş görünüyor. İsrail halkı adeta bir “olah” kurbanı gibi ateşe sürülüyor; yakılan şey sadece bedenler değil, umutlar, yaşamlar ve gelecektir.

 Savaşın Ekolojisi

İran ile İsrail arasında alevlenen askeri gerilim, sadece iki düşman ülkenin çatışması formatında okunamaz. Çünkü bu kriz; ABD-Çin küresel rekabetinin Ortadoğu’ya yansıyan yeni cephesi, aynı zamanda Avrupa-Atlantik blokunun iç tutarlılığını test eden bir stres senaryosudur. Bölgesel çapta ise hem İsrail’in iç siyaseti hem de İran’daki rejimin sürekliliği açısından derin kırılmaların öncüsüdür.

Türkiye açısından bu gerilim hem sınır güvenliği hem de enerji ve ticaret yollarının istikrarı açısından ciddi bir risk oluşturmaktadır. Ankara, din/mezhep eksenli çatışmaların ve vekâlet savaşlarının daha da derinleşmesinden endişe duymakta; olası bir yayılma halinde hem diplomatik hem askeri denge politikasını sürdürmenin zorlaşacağının farkındadır. Bu nedenle Türkiye, krizin büyümeden diplomasi kanallarının işlemselleştirmesini önceleyen bir perspektifle hareket etmeye çalışmaktadır. Hamasete gerek yok, doğrusu da budur

 

Netanyahu hükümeti batı için stratejik yük mü?

İsrail Başbakanı Netanyahu, 7 Ekim sonrası güvenlik zafiyetini siyasi avantajlara çevirmek isterken, Batı ittifakındaki dengeleri zorladı. ABD, geleneksel olarak İsrail’in en güçlü destekçisi konumunda olsa da Biden yönetimi döneminde Tel Aviv-Washington hattında esen soğuk rüzgârlar, yerini Trump’ın yeniden başkan olmasıyla daha yakın ve ideolojik bir ittifaka bırakmış gibi. Trump, Netanyahu’ ya açık destek verirken, İsrail’in sertlik yanlısı politikalarına yönelik Batı’da yükselen eleştirileri ise büyük ölçüde görmezden geliyor.

Avrupa Birliği ve özellikle İngiltere açısından Ortadoğu krizi çok yönlü bir görünüm sergiliyor. İngiltere ile Netanyahu hükümeti arasında son dönemde diplomatik gerilimler yaşandı. Londra’nın İsrail’e yönelik savunma ve istihbarat temelli stratejik desteği sürüyor. İngiltere, İsrail’in İran’a yönelik saldırılarına doğrudan katılmasa da bölgedeki askeri varlığını artırarak dolaylı destek vermeyi sürdürüyor. 

Öte yandan Avrupa Birliği içinde ciddi bir görüş ayrılığı söz konusu. Almanya, tarihi sorumluluk refleksiyle İsrail’e güçlü destek verirken; İspanya, İrlanda ve Belçika gibi ülkeler, Filistin yanlısı bir çizgide ısrar ediyor. Bu durum, AB’nin ortak bir Ortadoğu politikası geliştirmekteki kırılganlığını ortaya koyuyor.

İngiltere’nin İran’a yaklaşımı daha temkinli ve çok boyutlu. Tahran ile güven temelli bir ilişki görünürde yok. Londra, doğrudan çatışmadan kaçınarak diplomatik kanalları açık tutmaya özen gösteriyor. İran’ın İsrail’e yönelik vekâlet savaşı stratejisi ve nükleer programı, İngiltere’nin güvenlik önceliklerini öne çıkarıyor.

Lakin Çin faktörü bu dengeyi karmaşıklaştırıyor. Zira hem İngiltere ile Çin arasında güçlü ekonomik ilişkiler mevcut hem de İran, Pekin’in en önemli enerji tedarikçilerinden biri. Bu jeopolitik gerçeklik, Londra’yı Tahran’a karşı denge gözeten, çatışmadan kaçınan ama güvenlik temelli önlemlerini artıran bir pozisyona itiyor. Avrupa Birliği ise İran konusunda da net değil. Almanya diyalogu önceleyen bir tutum içindeyken, bazı üyeler yaptırımları eleştiriyor. Bu tablo, AB’nin İran’a karşı da yekpare bir duruş sergilemekten uzak olduğunu gösteriyor.

 

İran Üzerinden Çin-ABD kapışması

İran, Çin’in Kuşak-Yol Girişimi için jeopolitik bir köprü ülkedir. Bu nedenle Pekin, Tahran rejiminin ani çöküşünü değil; istikrarlı bir şekilde Batı'ya direnmesini tercih eder. İsrail’in İran’a doğrudan askeri müdahalesi ve ABD’nin bu duruma zımni onayı, Çin’in bölgesel çıkarlarını tehdit ediyor.

İran’daki rejimin zayıflaması, Çin açısından hem enerji arzında kırılganlık hem de bölgesel nüfuz kaybı anlamına geliyor. Bu nedenle, Çin’in İran’a doğrudan askeri yardımda bulunmasa da ekonomik destek ve diplomatik koruma sağlayarak rejimin ayakta kalmasına yardımcı olması bekleniyor.

Buna karşılık ABD, İran’ı sadece nükleer dosya üzerinden değil, Çin’in Ortadoğu’daki ileri karakolu olarak görüyor. Bu açıdan, İran rejimini yıpratma stratejisi, Washington’un küresel Çin karşıtı çevreleme politikasının doğal bir parçası haline gelmiş durumda.

Netanyahu’nun sorunu Batı’da dengeyi kaybetmek

İsrail iç siyasetinde yaşanan kırılmalar, Batı’nın gözünde Netanyahu’nun stratejik değerini azaltıyor. Aşırı sağcı ortaklarının etkisiyle yürüttüğü agresif politikalar, İsrail’in demokratik imajına zarar veriyor. ABD’de Demokratlar, AB içinde ise özellikle kuzey ülkeleri Netanyahu’yu “ilişki yürütülemez lider” olarak görmeye başladı.

Bu nedenle, savaş uzar ve Netanyahu içeride güç kaybederse, Batı ekseninde İsrail ile ilişkilerin Gantz, Lapid gibi daha uzlaşmacı figürlerle sürdürülmesi arzusu ağır basabilir. Netanyahu artık bir güvenlik müttefiki değil, Batı'nın denge aradığı bir risk faktörüne dönüşmüş durumda.

 

İran’da rejim çöker mi, dönüşür mü?

Savaşın bir diğer merkezi de İran. ABD-İsrail ekseni açısından rejimin tamamen yıkılması bir “maksimum hedef” olsa da, Çin-Rusya desteğiyle ayakta kalması olası. Ancak rejimin ayakta kalması, değişmeyeceği anlamına gelmiyor. Savaş yorgunluğu, ekonomik çöküş, genç nüfusun talepleri ve etnik gerilimler; İran’da rejimi reforma ya da iç dönüşüme zorlayabilir.

Bu anlamda, İran’da kısa vadede rejim değişikliği değil, rejim içi dönüşüm senaryosu daha gerçekçidir. Çin’in desteklediği teknokratik unsurların yükselmesi, askeri elitlerin sistemde daha merkezi hale gelmesi ya da Velayet-i Fakih sisteminin törpülenmesi gündeme gelebilir.

İran-İsrail savaşı yalnızca bir bölgesel güç çatışması görülemez. Hiç şüphesiz bu çatışma yeni soğuk savaşın cephelerinden biri.  Nasıl mı? Bir yanda Çin’in dolaylı şekilde desteklediği İran, diğer yanda ABD'nin hem desteklediği hem de dizginlemeye çalıştığı İsrail.

Netanyahu'nun kaderi, yalnız İsrail halkının değil, Batı'nın sabrının da testidir. Aynı şekilde, İran rejimi yalnız içeriden değil, küresel sistemin yeni eksenlerinden de kuşatılmaktadır.

İsrail ile İran arasındaki doğrudan çatışmalar artık sadece bölgesel güvenlik meselesi mi? Tabi ki değil. Aynı zamanda İsrail ve İran iç siyasetinde köklü değişimlerin habercisi. Uzun yıllar “güvenliğin garantörü” imajıyla siyaset sahnesinde varlığını sürdüren Başbakan Binyamin Netanyahu, bugün kendi iktidarının en derin krizini yaşıyor.

Savaş, çoğu lider için halkı konsolide etmenin aracı olabilir. Ancak Netanyahu için bu denklem tersine çalışıyor. Zira içinde bulunduğumuz konjonktürde, askerî çatışma ile siyasal çöküş senkronize ilerliyor. 

 

İsrail parlamentosu Knesset’te iktidar dengesinin ucu sivri

Netanyahu’nun koalisyonu, Knesset’te 64 sandalye ile göreli bir çoğunluğa sahip. Ancak bu denge; aşırı sağcı, ultra-Ortodoks ve ideolojik olarak marjinal grupların hassas desteğiyle ayakta duruyor.

Koalisyon ortakları arasında ideolojik çatışmalar kadar, kişisel iktidar hesapları da mevcut. Özellikle Dini Siyonizm ve Otzma Yehudit gibi partilerin, Filistin ve İran politikalarında "maksimalist" talepleri, İsrail'in Batı'daki meşruiyetini sorgulatır hale getirmiş durumda.

Benny Gantz’ın Ulusal Birlik Partisi ile kabineden ayrılması, sadece sembolik değil, stratejik bir kırılma yarattı. Zira bu istifa, koalisyonun artık milli mutabakat değil, aşırı sağa angaje olmuş bir "Netanyahu hükümeti" haline geldiği mesajını verdi.

Toplum savaşın değil barışın peşinde

7 Ekim travması, İsrail toplumunun kolektif hafızasında derin bir yarık açtı. Bu yara, sadece Hamas saldırısıyla değil, devletin istihbarat ve güvenlik mekanizmalarının başarısızlığıyla daha da büyüdü. İsrailli vatandaşlar, yıllarca "biz güvendeyiz" illüzyonu içinde yaşadı. Bugün ise ülkenin en savunmasız döneminde olduğunu düşünüyor.

Rehinelerin hâlâ Gazze’de tutuluyor olması, Netanyahu’ ya yöneltilen en güçlü toplumsal eleştirilerden biri. Rehine yakınları artık sadece birer mağdur değil; meydanlarda hükümeti sorgulayan yeni bir muhalefet gücü. Onların sesi, ideolojik değil; ahlaki bir direnişe dönüşmüş durumda.

Netanyahu'nun bu savaşta ülkeyi temsil kabiliyeti zayıflarken, halk yeni bir liderlik arayışına giriyor. Yair Lapid ve Benny Gantz, Batı'yla uyumlu, iç uzlaşmayı önceleyen bir dil kurarken; Netanyahu, söylemde yalnızlaşıyor, yönetimde kuşatılıyor. Beter olsun.

 

ABD'nin sabır eşiği

Washington’un İsrail’e verdiği geleneksel destek sürüyor gibi görünse de, perde arkasında Trump yönetiminin Netanyahu’nun politikalarına olan sabrı tükenmiş durumda. Özellikle İran’la doğrudan savaş, ABD'nin Orta Doğu’daki çıkarlarını riske atıyor. Bu bağlamda Amerikan yönetimi, Netanyahu sonrası bir geçiş dönemine zemin hazırlıyor.

ABD'nin "diplomasi + caydırıcılık" formülü, Netanyahu'nun askeri yayılmacı refleksiyle uyuşmuyor. Bu stratejik uyumsuzluk hem siyasi izolasyonu hem de ekonomik kırılganlığı beraberinde getiriyor.

 

Savaş İran’da rejimi değiştirir mi?

Netanyahu'nun siyasi geleceği sorgulanırken, karşı cephedeki İran İslam Cumhuriyeti de ciddi bir iç sınavdan geçiyor. Savaş, Tahran rejimi için bir dış tehdit değil yalnızca; aynı zamanda iç sistemin kırılganlığını da açığa çıkaran bir katalizör.

İran’da halihazırda sosyoekonomik kriz, genç kuşaklarda rejim karşıtlığını artırmış durumda. Mahsa Amini protestolarıyla başlayan dalga bastırılmış olsa da bastırılmamış olan şey: rejimin meşruiyet krizi. Şimdi bu krize, savaşla gelen ekonomik abluka, toplumsal yoksullaşma ve etnik fay hatlarının tetiklenmesi ekleniyor.

Kürt bölgelerinde PJAK ve diğer silahlı yapılar hareketleniyor. Beluçlar, Araplar ve Güney Azerbaycan Türkleri gibi çevre unsurların rejime olan mesafesi artıyor. İran'ın, savaş yorgunluğu ve ekonomik tükenmişlikle zayıflaması, rejim içindeki farklı klikler arasında bir iktidar mücadelesine yol açabilir.

Ancak doğrudan bir devrim ya da rejim değişikliği kısa vadede mümkün görünmese de Velayet-i Fakih sisteminin sorgulandığı, güvenlik elitlerinin yerini teknokratik ve Batı ile daha uyumlu figürlerin aldığı bir geçiş dönemi muhtemel senaryolar arasında yer alıyor.

İsrail, İran’ı askeri olarak değilse bile, rejim içi çatlağı derinleştirerek zayıflatma hedefindedir. Bu stratejinin sonucu, belki rejim değişimi değil ama rejim içinde dönüşüm olabilir.

 

 Savaş   iktidar elitlerinin koltuğunu sarsıyor

Netanyahu, siyasi kariyerinin birçok döneminde güvenlik krizlerini lehine çevirmeyi başardı. Ancak bugün tablo farklı. İran'la savaşa sürüklenen İsrail, içeride çözülmüş bir koalisyon, yorgun bir toplum ve uluslararası düzeyde yalnızlaşan bir yönetim görüntüsü veriyor.

Bu saatten sonra savaş uzarsa, kayıplar artarsa ve güvenlik yeniden tesis edilemezse, Netanyahu’nun iktidarı, demir kubbenin gölgesinde sarsılmakla kalmayacak; çökecektir. Öte yandan, İran’da da savaş sonrası dönemin dinamikleri, rejimi ya reforma ya da bölgesel bir yalnızlığa zorlayacaktır.

Çünkü bu kez sadece cepheler değil, rejimler de sınanıyor. Devletler kadar sistemler de, kurallar kadar kurumsal yapılar da bu yangının ortasında sorgulanıyor. Bu kirli savaş yalnızca bedenleri değil, insanlığın ortak ahlâkını, hukuk inancını yerle bir ediyor. Savaşın hedefinde sadece insanlar değil; insanlık değerleri, evrensel hukuk ve ortak vicdan da var. Bu savaş binaları yıkmakla kalmıyor, insanlığın ahlâkını, hukuka olan inancını ve vicdani sınırlarını da bombalıyor. Ölen sadece insanlar değil; susan dünyanın vicdanı, çöken uluslararası düzenin ahlâkıdır.

Bu noktada Birleşmiş Milletler ’in içine düştüğü derin sessizlik, tarihe utanç vesikası olarak geçiyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın yıllardır dile getirdiği “Dünya beşten büyüktür” sözü, artık bir temenni değil, küresel vicdanın ortak haykırışı haline geldi. Bu ses Cihanşümul Kadim Türk Devletinin manifestosudur.

İsrail’in uluslararası hukuku ayaklar altına alan saldırgan politikalarına karşı, Birleşmiş Milletler ‘in suskunluğu sadece bir zaaf değil, aynı zamanda bir ortaklıktır. Dünyanın gözleri önünde çocuklar öldürülüyor, şehirler yerle bir ediliyor, siviller canlı yayında hedef alınıyor. Ama ne bir yaptırım var ne de caydırıcı bir ses.  Bu mudur “uluslararası toplum”?

Artık bir şeyler yapılmalı. Sadece kınamalarla, çağrılarla geçiştirilemez bu zulüm. Sessiz kalmak suça ortak olmaktır. Eğer Birleşmiş Milletler hâlâ bir meşruiyet taşıyorsa, bunu şimdi göstermelidir. Aksi halde sadece Gazze ve kirli savaşların sürdüğü ülkeler değil, uluslararası sistemin inandırıcılığı da enkaz altında kalacaktır.

Ömür Çelikdönmez / ENP

Gerekçeli Kaynakça

https://islamansiklopedisi.org.tr/kurban

https://www.reuters.com/world/middle-east/israeli-strikes-back-irans-leadership-into-corner-2025-06-13/

https://www.ft.com/content/f7f43ca2-f3f2-4159-bf64-b49f64eb8199?

https://www.washingtonpost.com/opinions/2025/06/16/israel-iran-netanyahu-israel-iran-war-iran-nuclear-deal/

https://www.thetimes.com/uk/defence/article/unreliable-uk-not-told-in-advance-about-israels-attack-on-iran-c7rxxc7kl?

https://nypost.com/2025/06/15/us-news/benjamin-netanyahu-promises-great-future-if-we-take-out-iran-after-israel-strikes/

https://apnews.com/article/netanyahu-politics-israel-opposition-iran-bf49d8cd7d77292fbfc6759ee2fbb0d9

https://www.theguardian.com/commentisfree/2025/jun/16/gaza-israel-destroyed-reputation-attacking-iran-benjamin-netanyahu?

Habere ifade bırak !
Habere ait etiket tanımlanmamış.
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve kureselakdeniz.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.