Türkiye’de Radikal Dinci Terör Grupları ve Yeni Güvenlik Tehditleri
Türkiye’de Radikal Dinci Terör Grupları ve Yeni Güvenlik Tehditleri
Ömür Çelikdönmez'in yazısı...
Ömür Çelikdönmez'in yazısı...
Türkiye, kuruluşundan bu yana farklı türden sosyopolitik çatışmalarla mücadele ediyor. Dış güçlerin destekleriyle yıllardır süren Kürt sorunu, Ermeni sorunu, Kıbrıs anlaşmazlığı, Alevi-Sünni çatışmaları, başörtüsü tartışması ve daha birçokları toplumu doğrudan veya dolaylı olarak böldü, halk arasında düşmanca hisler ve söylemler doğurdu ve farklı toplumsal unsurların farklı zamanlarda yabancılaşmasına yol açtı.
Türkiye'de terör örgütü kapsamında istihbarat raporlarında yer alan ideolojik yapılanmalar genellikle sol tandanslı silahlı propaganda metodunu benimseyen gruplardır. Ancak özellikle 12 Eylül 1980 askeri darbesinden sonra radikal dinci grupların aşamalı şekilde yurt içi ve yurt dışında aldıkları silahlı eğitimler sonucu terör örgütlerine dönüştükleri görülmüştür.
Bu kapsamda Sovyet Rusya'nın Afganistan’ı işgaline duyulan tepkiler sonucu, 12 Eylül darbesinde özellikle İran'a kaçan Akıncılar derneğinden bazı isimler, Afganistan’a geçerek Cemiyeti İslam veya Hizbi İslam gibi direniş gruplarının saflarında Sovyet ordusuna karşı savaştılar. Afganistan'dan dönenler Afgan cihadını ballandıra ballandıra anlatınca özellikle 1990 sonrası üniversite öğrencilerinden gidenler çoğalmıştı.
İran'da kalanlar ise Devrim Muhafızlarının açtığı kamplarda ideolojik ve silahlı eğitim aldılar. Türkiye'de hücre modelinde örgütlendiler. Bazı suikastlarda kullanıldılar. İran İslam Devrimi’nden etkilenen gruplar arasında Türkiye Hizbullah’ının ilk kadroları vardı. Türkiye’deki Radikal İslamcı/Cihatçı oluşumlar, İran'daki İslam devriminden sonra 1980'lere kadar uzanmaktadır. 1990'larda, Türk Hizbullah'ı ağırlıklı olarak Türkiye'nin güneydoğusunda aktifti. Daha sonra, ülkenin diğer bölgelerine yayılmaya ve üye ve ekipman toplamaya başladı. Bu dönemde, grubun saldırılarında yüzlerce kişi öldürüldü. 2000'lerin başındaki davalardan bu yana, grup düşük profilli kaldı.
Yugoslavya’nın dağılmasıyla birlikte başta Hırvatlar olmak üzere, Makedonlar, Arnavutlar ve Boşnaklar bağımsızlıklarını ilan ettiler. Sırp ordusu Boşnaklara saldırınca Türkiye'den Bosna’ya savaşmaya gidenler oldu.
Üçüncü dalga Çeçenistan Rusya savaşıydı. Türkiye'den özellikle Kafkas göçmenleri arasından katılımlar yaşandı. Selefi ideolojinin baskın olduğu gruplara insan kaynağı oldular. Tüm bu cephelerde savaşanlar Türkiye'ye döndüklerinde cihadı yöntem kabul ettiler.
Ülkenin tarihindeki askeri darbeler, darbe girişimleri askeri rejimlerin baskıcı politikaları mevcut gerginlikleri besledi. Bu düşmanlıklar insanları radikal fikirlere ve davranışlara yöneltti.
Buraya kadar anlatılan gruplar genellikle yurt dışındaki Müslüman gruplara yönelik katliamlara karşı savaştıkları gerekçesiyle Devlet nezdinde cezai yaptırımlara çarptırılmadılar veya düşük cezalar aldılar.
Ancak ülke içinde PKK karşıtı silahlı yapılanmalara bir dönem sıcak bakıldığı da bir gerçek. Özellikle terör örgütü PKK’nın etkin olduğu Güneydoğu illerinde ortaya çıkan Hizbullah, sadece PKK ile mücadele etmedi. İdeolojik ve düşünce farklılıklar taşıyan diğer dini grupların liderlerine yönelik suikastlar düzenlendi.
Türkiye’yi domuz bağı cinayetleri ve mezar evlerle tanıştıran Hizbullahçılar, Diyarbakır İl Emniyet Müdürü Gaffar Okan’ı 24 Ocak 2001 tarihinde, seyir hâlindeki makam aracına yapılan silahlı suikast sonucu beş polis memuruyla birlikte öldürdüler.
Terör eylemleri gerçekleştiren bir başka İslamcı terör örgütü daha var, Necip Fazıl Kısakürek'in ortaya koyduğu Büyük Doğu ideolojisi doğrultusunda Türkiye Cumhuriyeti'ni kaldırarak yerine Orta Doğu'da "Baş yücelik Devleti" adında bir federe Sünni İslam devleti kurmayı amaçlayan silahlı örgüt, İslami Büyük Doğu Akıncıları Cephesi veya kısaca İBDA-C. İBDA-C'nin Sivas Katliamı ile Uğur Mumcu ve Ahmet Taner Kışlalı'nın öldürülmesi olaylarında rol aldığı iddia edilmiştir.
Türkiye, 2011'deki iç savaşın patlak vermesinden bu yana Suriyeli mülteciler için hem bir geçiş ülkesi hem de bir ev sahibi ülke olmuştur. Türkiye'deki kayıtlı Suriyelilerin sayısı, binlerce Afgan ve Pakistanlı mülteci ve sığınmacı ile birlikte 3 milyona ulaştı. Bu durum Türkiye’yi dünyadaki en büyük mülteci nüfusuna ev sahibi statüsüne yükseltti.
Türk hükümeti, 2014 yılında Suriyelilere "geçici koruma statüsü" ve prensip olarak eğitim, sağlık hizmeti ve işe erişim sağlamıştır. Potansiyel olarak travmatize olmuş, şiddete maruz kalmış ve hala zor koşullar altında yaşayan Türkiye'deki Suriyeli mülteciler, özellikle çocuklar ve gençler, diğer birçok riskin yanı sıra radikalizasyona karşı savunmasızdır. Önlenmezse, bu, Türkiye için Suriye çatışmasının en kalıcı miraslarından biri olabilir.
11 Eylül'den sonra, radikal İslamcı gruplar, El Kaide ivme kazanıp Türkiye'de sempatizanlar buldukça, yerel olmaktan uluslararası karaktere dönüştü. Hükümet, ABD öncülüğündeki küresel terörizme karşı savaşa katılarak ve çoğunlukla sert güce dayanan bir terörle mücadele stratejisine kaynak tahsis ederek yanıt verdi.
El Kaide terör örgütünün Türkiye yapılanması
11 Eylül 2001... Sadece Amerika’nın değil, küresel jeopolitiğin eksenini yerinden oynatan bir tarih. Bu saldırılar bahane edilerek Ortadoğu'da taşlar yeniden dizilirken, ulus devletlerin sınırlarını aşan “asimetrik” aktörler bir bir sahaya sürüldü. İşte bu küresel düzlemde, Türkiye de “istikrarsızlaştırılması gereken” ülkeler listesine dâhil edilmek istendi. Çünkü Türkiye sadece bir coğrafya değil, aynı zamanda maziden atiye uzanan bir devlet aklıdır. O akıl ki, tarih boyunca hem sahada hem masada oyun kurmuştur.
İşte bu kurulu düzeni bozmak isteyen odaklar, Türkiye’yi içeriden zayıflatmak, dış politikada yalnızlaştırmak, hatta istihbarat savaşlarının cephesi hâline getirmek için kolları sıvadı. Bu bağlamda kullanılan en etkili aparatlardan biri de küresel cihat maskesi takmış, aslında farklı istihbarat merkezlerinin taşeronu olan yapılardı. El Kaide tam da bu noktada sahaya sürüldü.
Habib Aktaş adında bir şahsın Afganistan’da birtakım temaslar kurup, ardından Türkiye’ye dönerek bir yapı kurduğu iddia edilse de asıl mesele, bu tür isimlerin hangi güçler tarafından yönlendirildiği ve hangi hedefler doğrultusunda devreye alındığıdır. Zira Türk devleti o yıllarda da hem içeride hem dışarıda güvenlik stratejilerini büyük bir titizlikle yürütmekteydi. Bu nedenle bu yapıların Türkiye’de boy vermesi, devletin zafiyeti değil; küresel odakların Türkiye'yi hedef alan çok katmanlı planlarının bir sonucudur.
9 Mart 2003’te İstanbul Kartal’daki Mason locasına yapılan saldırı, doğrudan bir mesaj eylemiydi. Sadece sembolik bir yapı değil, Türkiye içindeki bazı fay hatlarına da dokunulmak istenmişti. Ardından gelen 15 Kasım 2003’teki sinagog saldırıları ve 20 Kasım’daki İngiliz Başkonsolosluğu ile HSBC binasına yönelik saldırılar ise, Türkiye'yi uluslararası kamuoyu önünde itibarsızlaştırmaya ve dış politikada yalnızlaştırmaya yönelikti.
Ancak bu saldırılar Türkiye'nin güvenlik reflekslerini zayıflatmak şöyle dursun, tam aksine millî birlik ve devlet bütünlüğü çerçevesinde daha güçlü tedbirlerin hayata geçirilmesini sağladı. Nisan 2007’de sonuçlanan dava süreci, devletin adalet ve güvenlik mekanizmalarının terörle mücadelede ne kadar etkin olduğunu da gözler önüne serdi.
Sözde cihatçı yapıların “ABD'nin Ortadoğu merkezli dizayn politikalarına paralel hareket etmesi ise dikkat çekicidir. 9 Temmuz 2008’de ABD’nin İstanbul Başkonsolosluğu’na yapılan saldırı hem Türkiye’ye hem de NATO müttefiklerine dönük bir karmaşa yaratma arzusunun tezahürüdür. Burada hedef, Türkiye’yi teröre destek veren ülke gibi göstermek değil; tam tersine terörün hedefi hâline getirmekti.
El Kaide görünümlü yapılar, farklı istihbarat servislerinin operasyonel taşeronları olarak Türkiye'de faaliyet gösterdiler. Ancak ne zaman böyle bir yapı harekete geçse, devletin cevabı da gecikmemiştir.
Özetle; mesele Türkiye'nin zaafı değil, Türkiye'nin hedef oluşudur. Terör sadece bombayla, silahla değil; algıyla da yapılır. Türkiye hem içeride hem dışarıda yürüttüğü akılcı ve kararlı politikalarla bu çok katmanlı terörün karşısında dimdik durmaktadır. Ve unutanlar için bir kez daha hatırlatalım: Bu topraklarda devletin gözü açık, hafızası diri, refleksi güçlüdür.
Öte yandan El Kaide uzantısı Irak ve Şam İslam Devleti (IŞİD) Türkiye için büyük bir tehdide dönüştü. Suriye iç savaşının patlak vermesinden sonra özellikle Avrupa medyasında çıkan haberlerde Türk hükümetinin Esad rejimine karşı bir pozisyon aldığını ve oradaki radikal İslamcı gruplara göz yumduğu ileri sürülmüş, Türkiye'nin o dönemde en büyük yabancı savaşçı kaynaklarından biri ve bir geçiş ülkesi olduğu iddia edilmiştir.
Hükümetin cihatçılara açık kapı politikası benimsediği, ülkeyi yabancı savaşçıların Irak ve Suriye'ye girip çıktığı bir "cihat otoyolu" haline getirdiği iddia edilmiştir Ayrıca askeri malzeme ve teçhizat sağladığı ve IŞİD savaşçılarına eğitim verdiği iddia edilmiştir.
IŞİD, 2013 ile 2016 yılları arasında Türkiye'de 79 terör saldırısı gerçekleştirerek yüzlerce can kaybına neden oldu. Bazı yorumcular bu saldırıları Ankara'nın gevşek sınır politikasının kaçınılmaz bir sonucu olarak değerlendirdiler. Buna karşılık, Türk hükümet yetkilileri IŞİD ile mücadele konusundaki kararlılıklarını dile getirdiler ve bölgesel iş birliği ve yük paylaşımının eksikliğini vurguladılar. Oysa Avrupa’nın ve ABD‘nin ana akım medyasında yer alan Türkiye'nin Suriye politikalarına ilişkin asparagas iddialar bizzat Türk Ordusunun IŞİD terör örgütüne yönelik askeri operasyonlarla çürütüldü.
Terörsüz Türkiye'yi neler bekliyor?
PKK sonrası dönemde Türkiye’nin Suriye ve Irak’taki askeri varlığını tehdit edebilecek radikal İslamcı terör örgütlerinin ortaya çıkabileceği varsayımları, Türkiye’nin güvenlik algoritması açısından büyük önem taşımaktadır. Bu değerlendirmelerin nedeni, güvenlik güçlerinin operasyonlarından radikal İslamcı terör örgütlerinin potansiyel tabanlarının Türkiye’nin iç güvenliğini tehdit edebileceği gerçeğidir.
PKK'nın silah bırakması ve tasfiyesiyle birlikte, Türkiye'nin Suriye ve Irak'taki askeri varlığı yeni bir güvenlik tehdidiyle karşı karşıya kalabilir. PKK’nın uzun yıllardır sürdürdüğü ayrılıkçı ve terörist faaliyetlerin son bulması, özellikle Suriye ve Irak gibi kritik bölgelerde, radikal İslamcı terör gruplarının Türkiye'yi hedef alabileceği bir dönemin başlayabileceğini işaret etmektedir. PKK’nın zayıflaması, bu tür gruplar için fırsatlar yaratabilir. Bu gruplar, Türkiye'nin Orta Doğu’daki askeri varlığını ve bölgesel etkisini hedef alarak hem ideolojik hem de stratejik olarak yeni bir tehdit unsuru oluşturabilirler.
Türkiye'nin bölgedeki askeri üsleri, operasyonları ve stratejik müdahaleleri, PKK’ya karşı başarılı bir şekilde yürütülse de radikal İslamcı terör örgütlerinin hedef tahtası olabilir. IŞİD ve Heyet Tahrir el-Şam (HTS) gibi gruplar, Türkiye'yi Batı’nın müttefiki olarak görmekte ve bölgedeki askeri varlığını hedef almaktadır.
PKK'nın zayıflamasıyla boşalan alan, bu cihatçı grupların etkisini daha da artırabilir ve Türkiye için yeni güvenlik tehditleri oluşturabilir. Bu tür değerlendirmeler, belki de doğmamış çocuğa don biçmek olarak algılansa da güvenlik ve istihbarat bürokrasisi açısından erken uyarı işlevi görebilir.
Radikal İslamcı Terör Örgütlerinin Türkiye ile Derdi Ne?
Her şeyden önce bu konu oryantalist araştırmalarla yakından ilgilidir. Mabed istihbaratının bir sonucudur. Bazı teolojik tartışmaların ürünüdür. Yabancı istihbarat örgütlerinin din uzmanları aşağıda özetlediğim konuları dini hassasiyeti olan dindar bireyleri Türk Devletine kışkırtmak amaçlı kullanmışlardır.
Mesela Türkiye'deki bazı cemaatlere Türkiye'nin kurucu liderini deccal ilan ettirmişlerdir. Bunlara göre Cumhuriyetin kuruluşu, Hilafet ’in sonu olmuştur. Türkiye; bazı sosyal ve kültürel devrimlerle İslam geçmişinden uzaklaştırılmıştır. Bu nedenle Cumhuriyetin kurucuları ve yöneticileri mürted hükmündedir.
Türkiye ise yaşanılan değişimlerle İslam ülkesinden İslam'a savaş açan ve Müslümanların Şeriatı uygulayamadığı Daru’l Harp statüsüne geçmiştir. Bu şekildeki devlete askerlik yapılmaz, vergi verilmez. Kadınlar cariye hükmündedir. Halife olmadığından Cuma Namazı dahi kılınamaz. Bu ve bunun gibi daha birçok nedenden dolayı Türkiye Cumhuriyeti, İslam ülkesi değildir. Anladınız mı dertlerini?
PKK'nın silah bırakmasının ardından, radikal İslamcı terör örgütlerinin Türkiye’yi hedef almasının sebepleri hem iç hem de dış dinamiklere dayanıyor. İçsel sebeplerin başında Türkiye’nin Suriye iç savaşına müdahale ederek sınır güvenliğini sağlama ve bölgedeki nüfuzunu artırma amacıyla gerçekleştirdiği askeri operasyonlar yer almaktadır.
Afrin, Cerablus ve İdlib gibi bölgelerdeki operasyonlar, özellikle PKK ve PYD/YPG gibi Kürt gruplarına yönelik olsa da, radikal İslamcı terör örgütlerinin Türkiye'yi hedef almasına da yol açmıştır. Türkiye’nin Esad rejimine karşı duruşu ve İran’ın bölgedeki etkisini engellemeye yönelik politikaları, Şii milisler ve İran destekli gruplar tarafından tehdit olarak algılanmaktadır.
PKK’nın silah bırakması, Kürt milliyetçiliğinin zayıflamasına neden olabilecekken, bu boşluğu radikal İslamcı gruplar doldurabilir. PKK’nın gerilemesi, Sünni radikal grupların bölgedeki ideolojik boşluğu kullanarak daha agresif hale gelmesine zemin hazırlayabilir.
Ayrıca, Türkiye’nin iç politikasındaki milliyetçi söylemler de bu grupların Türkiye’ye karşı daha fazla saldırganlık geliştirmelerine yol açabilir. Radikal İslamcı terör örgütleri, Türkiye'nin Suriye ve Irak’taki askeri varlığını hedef almak için ideolojik sebeplerle harekete geçebilir/geçirilebilir.
Dışsal sebepler arasında, bölgedeki mezhebi çatışmalar ve rekabet yer almaktadır. Türkiye, Orta Doğu’da birçok bölgesel krizle doğrudan ilişkilidir ve bu da özellikle Sünni radikal gruplar ve Şii milisler arasında mezhebi bir rekabetin ortaya çıkmasına yol açmıştır. Türkiye’nin Suriye’deki askeri varlığı, İran ve Rusya destekli Şii milisler için tehdit oluşturmuş ve bu gruplar, Türkiye’nin bölgedeki etkisini kırmak için radikal İslamcı gruplarla iş birliği yapma eğiliminde olmuştur.
Cihatçı Radikal İslamcı Terör Örgütlerinin Kurulma Olasılığı
Bölgedeki Sünni radikal İslamcı gruplar, özellikle Türkiye'yi hedef alabilecek potansiyeli taşımaktadır. Bu tür bir örgütün kurulması, bölgesel istikrarsızlık, mezhebi çatışmalar ve dış destekle mümkün olabilir. Suriye ve Irak’ta, özellikle HTS ve IŞİD'in kalan unsurlarının Türkiye’ye karşı bir tehdit oluşturma potansiyeli bulunmaktadır. HTS, eski El-Nusra Cephesi olarak bilinen ve şu an Suriye'nin kuzeyinde etkili olan radikal bir cihatçı gruptur. Türkiye'nin bölgedeki etkisine karşı faaliyet gösteren bu grup, Türkiye'yi düşman olarak görmekte ve İslamcı hedeflere sahip bir organizasyondur.
IŞİD, Türkiye’yi Batı’nın müttefiki ve Sünni düzenin bir temsilcisi olarak kabul etmekte ve bu durumu tehdit olarak algılamaktadır. IŞİD ve HTS gibi gruplar, Türkiye’nin Suriye ve Irak’taki askeri varlığını tehdit olarak görmektedir. IŞİD, özellikle Türkiye'nin sınırındaki bölgeler ile Irak’ın kuzeyindeki üsleri hedef alarak, Türkiye karşıtı terörist faaliyetlerde bulunma kapasitesine sahiptir.
Selefi Cihatçı Terör Örgütlerinin Ortaya Çıkma Potansiyeli ve Engelleyici Faktörler
Yeni bir terör örgütünün, özellikle Selefi cihatçı bir grubun, İran, Irak, Suriye ve Türkiye'yi hedef alarak ortaya çıkıp çıkmayacağı, bölgedeki karmaşık ve değişken koşullar nedeniyle tahmin edilmesi zor bir konudur. Selefi cihatçı grupların, özellikle Şii rejimleri ve Kürt özerkliklerini hedef alması, bu tür grupların bu ülkeleri hedef almasına yol açabilir. IŞİD gibi geçmişteki örnekler, bu ideolojik temellerin bölgedeki bazı gruplar için yeniden odak noktası haline gelebileceğini göstermektedir.
Bölgedeki süregelen çatışmalar ve siyasi boşluklar, bu tür grupların ortaya çıkmasına uygun bir ortam yaratabilir. Suriye'deki iç savaş, kontrolsüz alanlar ve devlet otoritesinin zayıfladığı bölgeler, cihatçı örgütlerin yeniden şekillenmesine veya yeni örgütlerin kurulmasına olanak tanıyabilir. Türkiye'deki terör sorunu ve PKK ile mücadele de ideolojik çatışmalar yaratabilir ve bu durum, yeni bir cihatçı grubun doğmasına zemin hazırlayabilir.
Yeni bir terör örgütünün ortaya çıkabilmesi için dış destek de önemli bir rol oynar. Bölgedeki ülkelerin ve uluslararası güçlerin terörle mücadele çabaları, bu tür grupların büyümesini zorlaştıran önemli faktörlerdir. Ancak, mevcut grupların ideolojik mirası ve dağılmış hücreleri hala etkili olabilir. IŞİD, el-Kaide gibi örgütler zamanla güç kaybetmiş olsa da bu örgütlerin yeniden toparlanma çabalarına girmesiyle yeni bir Selefi cihatçı örgüt doğabilir. Bu nedenle, potansiyel olarak mümkün olan ancak oldukça zorlayıcı bir durumdur.
Tanrı Türk’ü korusun ve yüceltsin!
Ömür Çelikdönmez / ENP
Gerekçeli Kaynakça
http://arsiv.ntv.com.tr/news/58971.asp
https://www.fdd.org/analysis/2019/06/18/burning-bridge/
https://www.nytimes.com/2025/05/12/world/europe/kurdish-pkk-turkey.html
https://m.haberturk.com/polemik/haber/588298-orgutu-gaffar-okkan-cokertmisti
https://www.aa.com.tr/tr/analiz/gorus-kusak-ve-yol-girisimine-karsi-imec-projesi/2996662
https://www.dw.com/tr/27-yıldır-aydınlatılamayan-sır-devlet-hizbullah-ilişkisi/a-49046862
https://web.archive.org/web/20130114042731/http://www.egm.gov.tr/temuh/terorgrup1.html
https://www.iemed.org/publication/turkeys-fight-against-youth-radicalisation-small-steps-on-a-long-path/
https://www.cfr.org/global-conflict-tracker/conflict/conflict-between-turkey-and-armed-kurdish-groups
https://www.washingtoninstitute.org/policy-analysis/inside-latest-pkk-talks-part-1-kurdish-actors-and-interests
https://www.epc.ae/en/details/featured/can-the-new-t-rkiye-iraq-start-overcome-security-impediments-
https://turkiyearastirmalari.org/2024/04/24/yayinlar/analiz/analiz-koridor-savaslari-kusak-yol-kalkinma-yolu-imec/
https://georgetownsecuritystudiesreview.org/2024/12/09/the-kurdish-question-whats-behind-erdogans-policy-u-turn/
https://www.reuters.com/world/middle-east/kurdish-pkk-dissolves-after-decades-struggle-with-turkey-news-agency-close-2025-05-12/
https://www.reuters.com/world/middle-east/kurdish-pkk-dissolves-after-decades-struggle-with-turkey-news-agency-close-2025-05-12/
https://www.mit.gov.tr/basin-yansimasi_mit-teror-orgutu-el-kaide-uyesi-ahmet-baykarayi-afrikada-yakaladi_45.html
https://www.theguardian.com/world/2025/feb/27/pkk-leader-calls-on-kurdish-militant-group-to-disarm-signalling-start-of-fragile-peace-with-turkey
https://www.atlanticcouncil.org/blogs/turkeysource/the-impact-of-the-pkk-leaders-call-to-disarm-will-depend-on-how-regional-power-balances-unfold/
Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.